top of page
Search

SEMRA GÖNEY İLE GÖRÜŞME

  • Writer: Özkan Eroğlu
    Özkan Eroğlu
  • Jan 17, 2022
  • 4 min read

Evrim Sekmen: Uzun süredir sanat hayatında olan ve düzenli sergiler açan bir sanatçı olarak resim yolculuğunuz için içsel bir edimle hareket ediyor diyebilir miyiz?

Semra Göney: İçsel olduğunu düşünüyorum. İlkokul hocamla başlayan ve lisede devam eden bir süreçti. Okuldan eve geldiğimde rahatlamak için resim yapardım. Şimdi bakıyorum soyuta yakın işlerin peşinden koşmuşum. Hocam bir fayans deseni istediğinde Matisse’in soyutlamacı mavi nü kadın siluetini seçmiştim. O yüzden bu yolculuğun içten olduğuna inanıyorum.




E.S: İlk bakışta kolay iletişim kurulamayan soyut resmin sizi zorlayan yanları oldu mu?

S.G: Deneysel çalışmayı sevdiğim için zorlandığımı söyleyemeyeceğim. Bunun da içsel bir ihtiyaçtan kaynaklandığını düşünüyorum.

E.S: Soyut resme isim koyma konusunda ne düşünüyorsunuz?

S.G: İzleyiciyi yönlendirmek istemediğim için isim koymadım. Koymuyorum.

E.S: Tarih öncesinden ilk sanat örnekleri mağara resimleri, bir ideoloji olmadan yapılan resimler ve çiziktirmelerdi. Bunları dinsel bir itkinin yönlendirdiğini söyleyebiliriz. Semra Göney’in resimlerini yaparken bu tür bir tutunma noktası, bir inanma noktası var mıdır?

S.G: Bir ruhsallık, tinsellik arayışı var. Resme ön hazırlıkla veya eskiz ile başlamıyorum. Çalışırken bazı günlerimin olduğuna inanıyorum. O günlerde güzel işlerin çıktığını düşünüyorum. O yüzden her gün atölyede olmak, o işin başında olmak çok önemli. Her gün değilse bile, bazı günler çok güzel işlerin çıktığını düşünüyorum. Bazen de hiçbir şey çıkmıyor. Söylediğiniz, belki de mağaraya girmekle özdeş olabilir. Sanatçı mağarasına girecek. Babam bir şey söylerdi. İş yeri için söylerdi: “İş yeri mabediniz olsun”. Atölye de mabediniz olmalı.

E.S: 70’lerden beri sanat hayatının içinde olan bir ressam olarak Türkiye’deki sanat ortamını nasıl buluyorsunuz?

S.G: Sanata ulaşılabilirlik daha arttı. Yurt dışından sergilerin gelmesi izleyebilenlerin olması sanat ortamına olumlu katkılar sağladı.

E.S: Tepegöz makinalarla duvara yansıtılarak elde edilen büyütme kopyanın üzerine sonra boya ve başka malzemelerle müdahale ederek resim yapma bizde de, dünyada da çoğaldı. Buna nasıl bakıyorsunuz? Asistan kullananlar bile var.

S.G: Resim tarihinde kullanılmış bir teknik. Vermeer, “İnci Küpeli Kız” tablosunda bu tür bir teknik kullanmıştı. Teknolojiden kaçış olmadığına inanıyorum. Dijital pek çok iş var. Bilgisayar programlarıyla pek çok olanak sağlanıyor. Çok şaşırtıcı işlerde ortaya çıkıyor. Yeter ki samimi ve özgün olsun. Asistan konusuna gelince, tek bir kişinin yapamayacağı işi asistanlar yerine getirebiliyor.

E.S: Soyut yaklaşım aslında içerik anlamda daha tin boyutu taşıdığı için geçici, uçucu olana uzak duruyor; tabi samimi olanları. Diğer, sanatçının eline daha hazır gelen bir çalışma algısının, bir tür usta ve zanaat ilişkisi yönüne benzeyen; titiz inşası söz konusu ve ayrıca tekniğe de hapsolmuşluk var. Sizin tekniğe bakışınız nasıldır?

S.G: Ressamın bence yapısı ile ve de risk almak isteyip istememesi ile ilgili.

E.S: Soyuta eğilimli bir sanatçı olarak, size geçmiş köklerden yararlanan bir sanatçı diyebilir miyiz? Geçmişle böyle bir bağlantınız var mı?

S.G: İnsanın birikimleri var; insanın bünyesinden yansıyor bunlar yaptığı işe. Görsel birikimlerimiz var. Üzüldüğüm şey, soyutla ilgili olarak insanların bir şey anlamadıklarını halen bu zamanda bile söylüyor olmaları. İnsanın bir izleyici olarak kendisini zorlaması gerekiyor. Bu sıkıntılı durum görme alışkanlıklarından kaynaklanıyor bence. Enstrümantal parça gibi düşünüyorum; nasıl sözsüz müziği seviyoruz anlamasak da, aslında müzikten resme, resimden üç boyutluya yönelen bir yolun varlığı çok önemli. Müzik üst bir dil. Örneğin Amorfkonlar başlıklı üç boyutlu harekete açık parçalarımla izleyici de meseleye dahil olmuş onlarla diyaloğa girmişlerdi. O projede hem izleyici, hem de sanatçı bir tür oyun oynamıştı; sanat aracılığıyla. O yaratıcılıkla ilgili bir ortaya koyuşumdu; Amorfkonlar benim için hep özel kalacak.

Bir de sanatçı illaki bir şey bulacağım diye çıkmaz yola. Aslında önemli konulardan biri sanatın bir anten misali çekim gücünü yitirmiş olmasıdır. Oysa sanatla ilgili kişinin “içimi, manevi tarafımı temiz tutayım” deyip, maddi unsurlardan sıyrılmasını bilmesi, maddeci bir algıdan kendini soyutlaması gerekir.

E.S: Resimlerinizde akademik bir yan, bir disiplin hissediliyor.

S.G: Bitmeyen bir akademik terbiyenin çalışmalarımda olmadığı gözükse de, o terbiyenin arkada devam ettiğini, akademik bir eğitim almadığım halde ben de görüyorum. Karşı olsam da akademik doğrular aranıyor, ben de bir dönem o doğruların peşinden gittim. Kafamdaki yerli yerindelik orada mı aslında onu görmeye çalışıyorum. Tam da bu noktada senkronize olmaktan bahsediyorum. Sanatçının yapıtıyla senkronize olabilmeyi başarması gerekir. Bazen çok beğenilen bir şeyi bozabiliyorum. Bu, bir tür hiççilik gibi geliyor bana. Gözle kendi sağlamasını yapıyorum. Tamamen öznelliğimi ortaya koymak için sanat yapıyorum.

E.S: Farklı üsluplar deniyorsunuz. Bu konudaki görüşleriniz nedir?

S.G: Üslup, zaman zaman eski resimlerime dönünce, onlardan topladığım bir şeyler oluyor. Farklı farklı üslüplar böylece doğma olanağı buluyor. Resimlerimdeki boşluk ve doluluk fikri baskın rol oynuyor. Kendimi tekrarlamaktan hep sıkılıyorum. Oyun mantığını seviyorum. İnsanın içindeki potansiyeli görmesi açısından önemli. Denemeseydim “Amorkofon” projesi çıkmazdı.

E.S: Sanatınızda doğanın rolünü bugünkü gözlemlere ve arayışlara bağlayabilir miyiz?

S.G: Yoğun kentsel dönüşüm beni böyle düşünmeye itti. Doğa bir arayış alanı gibi. O manevi alanı doğada arıyorum. Mahallem yok oluyor, çocukluğum ve hatıralarım yok oluyor. 60 yıldır yaşadığım semte yabancılaşıyorum. Her geçen gün geçmişi özlüyorum. Doğayla sanat arasında yoğun bir ilişki olduğunu düşünüyorum. Bu sergide onu yansıtıyor.

E.S: Doğanın sesini duyan incelikli yapınız bu tür dışavurumlara neden olabilir. Peki Semra hanım son serginiz “Doğa” ile ilgili olarak neler söylemek istersiniz. Baharı karşıladığımız günlerde sergideki resimlerin sizdeki izlenimini öğrenebilir miyiz?

S.G: İsterseniz bu sorunun cevabını da, yani resimlerimle katman ve kıvrım tanımları ile olan ilişkisini de Özkan Eroğlu’nun kataloğum için kaleme aldığı yazıya bırakalım. Bu konularla ilgili resimlerimi gayet net felsefi analizlere tabi tutmuş Eroğlu sözü edilen yazıda. Bu konu için sergiyi ve kataloğunu beklemek en doğrusu bence.

Evrim Sekmen: Bana vakit ayırıp bu görüşme ortamını sağladığınız için size teşekkür ediyorum.

Semra Göney: Ben de size teşekkür ederim.


GÖRÜŞMEYİ GERÇEKLEŞTİREN: EVRİM SEKMEN


 
 
 

Recent Posts

See All
HAKİKAT VE GERÇEKLİK NEDİR?

Hakikat ve gerçeklik, felsefi bağlamda farklı anlamlar taşıyan kavramlardır. İkisinin benzer ve ayrışan yönleri üzerine ayrıntılı bir...

 
 
 

Comments


©2019 by ÖZKAN EROĞLU. Proudly created with Wix.com

bottom of page