top of page
Search

KATMAN VE KIVRIM

  • Writer: Özkan Eroğlu
    Özkan Eroğlu
  • Jan 17, 2022
  • 6 min read

Sanat da doğa gibi, bu iki tanım- katman ve kıvrım- üzerinden yürür. Bu iki gerçekliği yerli yerinde ve dönüştürerek, değiştirerek kullanmak bir sanatçıya yaratıcı boyut kazandırır. Semra Göney, sanat hayatının başından itibaren en temel sanat filozofisi olarak “katman” ve “kıvrım”lar üzerinden yürümüş ve bunların farklı yan yanalığına dayalı sonuçlardan yararlanarak, buradan kazandığı ikilik zenginliklerini kompozisyonlarında sürekli vermeyi bilmiştir.


Kompozisyonları, “sanatın dışında ne var?” sorusuna da cevap ararken, bu arayışın bir özgürlüğe yönelmek için olduğunu vurgulamak gerekir. Bu durumda şöylesi bir eksen oluşur: Bir sanatçının sanat felsefesi, yapıtları üstünden elemanları aracılığıyla varlık gösterir; ileri çıkar. Felsefede nasıl kavramlar varsa, sanatta da elemanlar vardır. Bunların, anlamlarının tümden ortaya konulması ve bir senteze götürülmesi ise yaratıcı sanatın en temel amacıdır. İşte Göney’in tüm eleman dünyası yaratıcılıkla, öznel olanla barışıktır, etkileşim halindedir. Bu; son sergisindeki yapıtları, bunu bir kere daha gösteriyor. Sergi, izleyeni mutlaka öğrenme edinimine itecektir. Göney’in sadık izleyicisi de, onu ara ara takip edenler de son resimlerindeki “katman” ve “kıvrım” oluşumlarını fark edecektir. Sürekli izleyenlerin emin olduğu, ara ara izleyenlerin de onun sanatını ortaya koyan geçmişine dair kapsamlı kitabını ve kataloglarını incelediklerinde varacakları tek bir sonuç çıkacaktır ortaya; Semra Göney’in sanatında bir başlangıç ve bitiş yoktur. Bir “döngü”, dahası “dışavurumcu bir dolanım” vardır. Bu dolanımla ilgili olmak, başından itibaren hem ne yaptığının farkında olmak, hem de böylece bir diyalektiğin sahibi olmak anlamına ulaşmaktır.



Burada dile getirmeye çalıştığımız Semra Göney’in sanat algısı ikili; katman ve kıvrım zenginliklerinin bir sonucu, bir sentezi olduğundan, genelde ülkemiz sanatında varlık gösteren tekçi algıdan çok uzaklaşılmış, böylece olumsuzluk ve postmodern algıya da şiddetle karşı çıkan bir duruş sergilenmiştir. Sanatçı, geleneklere duyduğu saygıyı asla yitirmemiş, çok belirsiz de olsa, benimsediği güçlü kökleri bulunmaktadır ve bunlardan beslenmektedir. Bu kökler, en azından kendi kendisinin kökleridir. Bu da bir sanatçı algısının tüm değerlendirme dünyasını kendi üzerinden oluşturması anlamına gelir. Sanatta, böyle bir “sonsuz döngü”ye (ewige wiederkehr) sahip olmaksa büyük bir zenginliktir. Bu tipteki yaratıcıların, bundan böyle ne yaparsa olacağı, hem de samimi olacağına dair bir garanti de verilebilir rahatlıkla. Açık bir sanata ilişmiştir o sanatçı çünkü. Bahsetmeye çalıştığım şudur: Ben, “sanatçı aurası” denen mesele (1) üzerine uzunca bir süredir kafa yormaktayım. Bir sanatçı kimsede bu auranın olup olmamasıyla yakından ilgiliyim. Böyle bir aura varsa, yaratıcılık konusunda o kişi açık, yoksa kapalı, yani tıkalıdır. Göney’in hazırladığımız o kapsamlı kitabı ve kataloglarından, dahası açtığı sergilerden sonra fark ettiğimiz şudur ki, bir sanatçı aurasıdır ki, onu hem yönlendirmekte, hem iç enerjisini ayarlamakta, hem de çevresine söz konusu auradan enerji dalgaları yaymaktadır. Bu durumun “içsel doğa” (2) kavramıyla yakından ilgisi olduğunu dile getirebiliriz. Burada vurgulamaya çalıştığımız Göney’in yaratıcı aurası, bağıntılara da nasıl açık olduğunu her an değişen yapıt yapılarıyla ortaya koymaktadır. Evet, son sergisine veya geçmişteki sergilerine, kısaca sanatçının yapıtlarına öbekler halinde baktığınızda her bir yapıt birbirlerine yüzeysel anlamda benzese bile, derinlemesine görmeler karşısında hiç benzemez. Bu da sanatçının nasıl bir içsel rahatlıkla hareket ettiğini bize gösterir. Bunun adı, yapıt yapısının her tür bağıntıya açık olmasıdır. Her bir yapıtını, retinanızdan süzdükten hemen sonra zihninizde hep bir karşılaştırmalı bakış zenginliğiyle değerlendirmek istersiniz. Bu istenç, “göz istenci” olduğu kadar “zihin istenci”, “ruh istenci”dir ve bütün bunlar tine ulaşmak için çabalarlar.



Bu noktada az önce söylediklerimizin üzerine, yakından ilgili olduğumuz Kandinsky’nin sanatı aklımıza geliyor ve dolayısıyla onun Schönberg müziğinde bulduklarını düşünmek istiyoruz; Semra Göney’in son dönem resimlerini izlerken (İzlerken, dinliyor ve izlemeye devam ediyorum; bunun adı “analojik rezonans” olarak adlandırılır). Çeşitli eleman oluşumlarına karşılık gelen çeşitli notalar veya nota dışılık. Bütün bunların kendi aralarında kombine oluşları ve olamayışları konusu. Ortaya çıkan hem resimde, hem de müzikte tonal ve atonal değerlerin beraberliği. Burada dile getirmeye çalıştığım iki Alman sanatçı gibi, Göney de hem rastlantıya inanmakta, hem de rastlantı olmayanın varlığını açık şekilde kabul etmektedir. Böylece bu tip sanatçıların elinde rastlantı hem planlı, hem de doğaçlama yanıyla varlık göstermektedir. Ancak bu yönde yeni malzemeye ve uzamın kullanılışına bağlı elemanların ortaya çıkışı veya çıkmayışı söz konusu olmaktadır. Son aşamada ise, en uygun olmaya yine Kandinsky’den söyleyecek olursak, kompozisyon ile varıldığının altını çizen Semra Göney’in resimleri tutarlı birer örnek olarak karşımızda durmaktadır. Resimlerde yaratıcılık söz konusudur; bir çocuk ve ilkel gibi. Zaman zamansa bunların arasında ressamca bilgeliğin kol gezdiğini de ayrıca söylemek gerek. Göney’in elinde kompozisyonlar aracılığıyla farklı eleman yaratıları üstünden çok değişik, hatta sayısız-sonsuz yapıt ortaya konulabileceği düşüncesinin ileri sürülüşü de oldukça önemlidir. Bu durum filozofik açıdan Herakleitos’tan başlayarak Goethe, Nietzsche ve Bergson’a dek uzanan bir hakikatin izlerini taşır. Bu noktada edinilen veya ulaşılmış sanat ideolojisinin varlığı da ayrıca değerlidir. Bu anlamda heterojen ve homojen kavramlarıyla elemanların üzerinde ortak bir ideolojiden hareketle durulması da dikkat çeker. İşte bu noktada elemanlar ve oluşturdukları doğalarının yapısı değer kazanır. Göney, kendi elemanlarını daima yenileyerek yapıtları için sıkça değerlendirmeye alan bir sanatçı olarak gözlenir. Bu, samimi bir sanat algısıdır. Sıradanlığı ve sistemli olanı bozmak adına olumlu bir gelişmedir ve yapıtlar aracılığıyla sunulan bir tür “eleman fiziği” gelişmesi olarak yorumlanabilir. Bunu oluşturabilme yetkinliği oranında, bir sanatçının nasıl bir yaratıcı olduğunun anlaşılmasını ister Göney. Özellikle tam da bu aşamada duyumsama, dolayısıyla soyutlama olgusu da devrededir. Yeni bir algının, böyle doğacağının farkındadır sanatçı.


Semra Göney’in son dönem yapıtları için en net vurgularımıza gelirsek: Az yukarıda “eleman fiziği”nden söz etmiştik. Bir sanatçının yine bunu anladığı oranda filozofik boyut kazanabileceğini, gerçek yaratıya ilişebileceğini tekrar hatırlatalım. “Eleman fiziği” denen konu, kişinin derinlikli olarak önce kendisinin farkında olmasını ister, kendisinin farkında olan da ancak değerlendirmeye aldığı elemanların morfolojilerine yakından eğilebilir. “Eleman fiziği”ne vakıf olmak demek, devinimden yana olmak anlamına da ulaşır. Bu devinim bir şeyin yapıta dönüşüp dönüşememesini belirler. Çünkü devinimin olduğu yerde değişim ve dönüşümden bahsedilebilir. Bir yaratıcının da işi, o değişim ve dönüşüme ilişebilmektir. İşin enteresan tarafı burada sözünü ettiğimiz değişim ve dönüşüm, sanatta duyumsama ve soyutlama ilişkisinden beslenmiştir Göney’in resimlerinde. Böylece farklı ve değişik elemanlar doğmuştur. Eleman yapısına dair yeni elemanlar ortaya koymak ve olanları anlamak, çok renklilik ve seslilikten geçer. Çoğulluğun geçerliliği kendini burada bir kez daha hatırlatır. Elemanlar, yine Kandinsky’den söyleyecek olursak, yaşayan canlı organizmalar olarak kabul edilirler. Doğum-ölüm arasında gelip giden bir gerçeklik söz konusudur. Bu, bir süreklilik halidir. Hep bir yeniden doğuş. Gündeme gelen elemanların yaşayışları, yapıt yüzeyindeki halleri basit elemanların basit, basit olmayanların da basit olmadığı ortamları sunarlar. Bu durumda her bir eleman sanat yapıtında “en azından önemli” konumundadır ve sanat ile estetik ilişkisindeki biricikliğin konusu olur. Böylece sanat ve doğa eşit konuma gelir. Burada devreye “ritim” konusu da girer ve tabi Schönberg’den söyleyecek olursak, a-ritim de. Ritim ve a-ritim yaşamsallıkları, önemli bir konudur. Çünkü sanat yapıtındaki her bir elemanın kendine özgü bir yaşam karakteri vardır. Elemanın zaman içindeki biçim ve hareketidir; o yaşam içinde her şeyi belirleyen. Böylece her bir elemanın bir kendi âlemi vardır ve bu âlem bundan sonra ya yerinde kalacak, ya da yüksek âlem olacaktır. Semra Göney’in son dönem yapıtları, bu dile getirdiklerimizi tüm açıklığıyla dışa vurur.



İmgenin her türlüsü [(Merkbild: Hissedilen görüntü) veya (Wirkbild: Gerçek görüntü)] bu resimlerde üstelik her yönelime açıktır. Sanat yapıtında, yine Kandinsky üzerinden söyleyecek olursak “eleman imgesi”nin önü “eleman fiziği” faktöründen ötürü açıktır. Kendine “yaşam yüzeyi” (Lebenfläche) oluşturmakta zorlanmaz. Ayrıca Kandinsky’e göre melodik yapı ihtiyacına da böyle elemanlar cevap vermekte zorlanmaz. Böylece Göney’in yapıtları, tüm hallerinde değerlendirdiği algının her çeşidini sanatçının zihinselliği ile ortaya koyar. O nedenle “iç’tendir ve güzeldir”; yaratıcı sanat adına bir değeri vardır. Moritz Geiger üzerinden vurgulanacak olursa mutluluk, belki de kimi ruhlara göre karşıtını verir, fakat ne olursa olsun amaca ulaşmanın haklı gururu yaşanır. Elemanlar arasında kurulan ortaklıklar, birlik ve çokluk ilkeleri üzerinden kendilerini ileri sürerler. Tüm bu elemanlar, aralarında oluşturdukları ilişkilerle ruhla etkileşime geçerler. Aralarındaki mesafelerle ve kendilerinin boşlukta kapladığı alanlarla kendilerini belli ederler. İşte bunun adı “eleman oluşumu”dur. Elemanların tayinini ilk zamandan beri belirleyen “katman” ve “kıvrım” filozofileri olmuştur. Ya katmanlar şeklinde birden çok üst üste, yan yana değerlendirilmeler söz konusudur, ya da bir ucu bizde olan bir ip misali, o ip dolanıp durur ve sonuçta o da bir katmana dönüşür/benzer, fakat gölgenin daha çok iş yaptığı bir eleman oluşumuna yönelir. Örneğin bir istençle hareket ederek, bir duyumsama ve soyutlama aracılığıyla tin için çalışmasını bilir. Bu mekanizmada yüce âlemlerin de etkisi büyüktür. Katman boşlukta yer arar, açar ve doldurur. Kıvrım ise boşluğu giderek belli ve belirsiz miktarlarda doldurur. Katmanda boşluk görünse bile, artık boşluğu işgal edenlerin de doluluk olma durumları söz konusudur. Kıvrımda ise, arada temel boşluk kendisini mutlak gösterir. Kıvrım, katmana oranla boşluğun rastlantısal olanına izin verir. Oradan sızan bir ışık, karşıtı gölge ile bir gövde oluşumuna yönelir. Net olan bir şey varsa hem katman, hem de kıvrımın doğru algılanıp, bir ikilik olarak senteze götürüldüğü nokta: Tam yaratıcılık noktasıdır. Böylece doğa da tam amacına ulaştırılmış olur. En azından ele alınanın doğası doğru işlenmiş olur. Gerçek sanat felsefesinde yaratıcı sanatçı doğa filozofisini anlamış, doğayı oluşturan gerçek duyarlılık noktalarının farkında olan, çokluktan tine ulaşmaya çalışan kimsedir.


Notlar

(1) Bu konuda bakınız; Eroğlu, Sanatçı Aurası, Tekhne Yayınları, 2018.

(2) Bakınız: A.e., s. 12-16.


Özkan Eroğlu


 
 
 

Recent Posts

See All
HAKİKAT VE GERÇEKLİK NEDİR?

Hakikat ve gerçeklik, felsefi bağlamda farklı anlamlar taşıyan kavramlardır. İkisinin benzer ve ayrışan yönleri üzerine ayrıntılı bir...

 
 
 

Commenti


©2019 by ÖZKAN EROĞLU. Proudly created with Wix.com

bottom of page