top of page
Search

KAMUSAL ALAN OLMADAN

  • Writer: Özkan Eroğlu
    Özkan Eroğlu
  • Aug 31, 2022
  • 3 min read


Ülkemizde kamusal alan üzerine kapsamlı bir çalışma yapıldı: Meral Özbek’in editörlüğünü üstlendiği, Hil Yayınlarının bastığı bu çalışma, sözü edilen konu üzerinde kafa yormuş kimselerin yazılarından hazırlanan bir kitap olarak artık kütüphanemizdeki yerini aldı. Böyle bir çalışma neden önemli? veya bu çalışmanın uzantılarının sağlayacağı yararlar neler olabilir? gibi sorular geliyor ilk anda aklıma.


Her şeyden önce kamusal alan hemen her sosyal, hatta pozitif bilim alanlarıyla ilgili olduğu kadar, sanatla da oldukça ilişkili. Bir başka deyişle Kamusal Alan olgusunun salt politik ve siyasi olgularla bağlantısı olduğunu da düşünmüyorum. Örneğin resim veya heykel sanatının da kamusal alana sıkıca bağlı olduğunu ifade etmek istiyorum. Çünkü bir toplum içinde gerçekleştirilen her şey, kamusal alanda ele alınıyor. Kamusal alan üzerinde bilgilenmek, herhangi bir alanın-özellikle sosyolojik ve psikolojik- çözümlemelerini samimi ve nesnel yapabilmemiz açısından gerekli. Kamu ve onun yarattığı alan olmaksızın, hiç kimseye, bağlı olduğu alanları ifade etme şansı doğmaz.



Bu bağlamda, ele aldığım kitapta ilk olarak, “Kamusal Alanı Kavramlaştırmak” başlığı tartışmaya alınmış ve çözümlenmeye çalışılıyor. Hemen belirtmemde yarar var ki giriş yazısında Meral Özbek, “Kamusal Alanın Sınırları” başlığı altında, öncelikle “Kamusal Alan” kavramının 1990 başlarından itibaren ülkemizde, özellikle akademik yayınlarda ele alındığına vurgu yapıyor ve 2002’den sonra da yaygınlaştığına işaret ediyor. Doğal olarak da bu tartışmaların Türkiye’ye girişi ve yaygınlaşması epey gecikmeli görünüyor. Çünkü Batıda bu işin temelleri 16. yüzyılın yöntemleşmiş hali olan 17. yüzyılda halledilmiş, özellikle kamu sözcüğü tutarlı biçimde düşünülmeye alınmış ve tartışmaya açık hale getirilmiştir. Öyle ki, 17. yüzyıldaki bu gelişmenin 18. yüzyıldaki orta sınıfın kazandığı öneme müthiş etkisi bulunmaktadır. Daha da öne gelen çalışmalarınsa, özellikle 60’lı ve 70’li yıllarda yapıldığına ikna edilebiliyoruz. Bunun için, en azından kitabın birinci bölümü için Özbek, Habermas ve Negt-Kluge örneklerinin çekirdek sayılması gerektiğine dikkat çekiyor. Bu aşamada bilhassa Habermas’ın daha etkin, beni, en azından bir sanat tarihçisi olarak, daha etkilediğini söyleyebilirim. Çünkü tarihsel yapı ve insan etkinliği ile bunların destekleyicisi olan öznel boyuta önem, Habermas’ın düşünce yapısında yoğunlaşmış olgulardır.


Sınıf kültürü ve tarihi üzerine çalışan Marksistlere de değiyor Özbek, haklı da. Fakat toplumdan hareket eden bu ideolojinin, yani kamusal alan içinde yer alan söz konusu ideolojinin, bugünlerde birey bünyesine yedirilmiş halleri tartışılıyor. Buradan Marksizm’in kamusal alandan daha çok, bireysel alana iliştiğine tanık oluyoruz. Çünkü, tecrübe etmek kadar, tecrübelerden ders çıkararak yanlışlara düşmemek de bir hayli önemli gözüküyor. Bu açıdan Marksizm’e bağlı gelişen üretim ve üretilenin çözümlenişi bağlamında bir takım sıkıntıların olduğu gerçeği bugün dünyada da gündeme getiriliyorsa, o vakit durup düşünmek ve Marksizm’in kamusal alanla sağlıklı bir ilişki kurgulayıp kurgulamadığına bakmak gerekiyor. 1960’lı ve 70’li yıllarda dünyada gündeme getirilen ve elden geçirilen kavramlar, oluşumlar açısından simülasyon kavramını da gözden kaçırmamak gerekiyor. Fakat bu kavramların çoğunu da çeşitli sanat alanlarının yardımıyla çözebiliriz, gibi geliyor bana. Simülasyon ve toplumlar ölçeğinde kandırılmanın olduğu veya gerçekle ilişkisi olmayanların üzerine söylenenler de değerlidir, fakat birer alegoriden başka bir şey de değildir. Bu noktada, siyaset başta olmak üzere, güdülen her şeyin gerçek dilinin ne olduğundan emin olmaksa hem çok zor, hem de zaman zaman gereksiz bir çaba gibi olabilir.


Kluge’nin deyişine yer veriyor Özbek, önsöz yazısının son paragrafında: “kamusal alan mücadelelerin savaş dışı yollarla karara bağlandığı” alandır. Bu anlamda, örneğin birinci dünya savaşı öncesinde Alman gençliğine ait sanatçıların savaş karşıtı verdiği mücadelelerden başlayarak, 20. yüzyıl içinde buna benzer birçok mücadeleden bahsetmek mümkündür. Buradan şunu da çıkarabiliriz: “kamusal alanınızın sözünün geçmesi için nasıl bir toplum ve nasıl bir dünya ülkesi olduğunuz da çok önemlidir. Bu önemi algılamak, özellikle sözü edilen önemi algılayanların sayısındaki artış da ele aldığımız bu kitap ve bu kitaba katkı veren hemen herkesin ortak düşüncesidir, sanırım.


Kamusal alan kavramında, kanımca en önemli özellik diyaloğun olabilmesi ve bununla bir iletişim sağlanarak zor olanın başarılabilmesidir. En genel kamusal alan içinde tikel kamusal alanlar da yaratılabilir gerçeği ise, bir başka taraftan kendini kabul ettirir. Bu bağlamda kitabın içinde de sıkça başvurulan “Proteler Kamusal Alan” ve “Karşıt Kamusal Alan” tanımları akla gelebilir. Bir taraftan yapıbozum gelişirken, diğer taraftan da yapısalcılık ağırlığını hissettirmiştir, 80’li yıllarda. Ekonomi, siyasi veya politik çözülmelerin nedenini sağlayan alanlarsa, daha çok sosyal bilim (felsefe, sosyoloji, psikoloji vb.) ve sanat alanlarıdır. En azından, çözülmelerin az önünde, son darbeleri onların indirdiklerini düşünürüm veya böyle bir inancım vardır. Kamusal Alan yoksa hiçbir şey de yok demektir. Her şey, toplumlarda bireylerin kendilerini bilmelerine, bilgilenmelerine ve bildiklerini tartışıp, bunları başkalarıyla paylaşabilmelerine bağlıdır. “Kamusal Alan” kitabı da böylesi bir paylaşım alanına bir davetiye gibi duruyor. Görüş ve karşı-görüş karşıtlığında, tartışmacı zeminlerin oluşabilmesi açısından inancım odur ki bu kitap bir misyon üstlenmiş görünüyor. Çünkü bir yelpaze, değişik bakış açıları sunuyor. Aslında okuyucuyu bir platforma çağırıyor.


Bu kitap, “Kamusal Alanı Kavramlaştırma”nın dışında, “Kamusal Alan, Politika ve Yurttaşlık”a dair görüşleri gündemine alıyor ve ayrıca “Kamusal-Özel Alan Ayrımı, Kamusal Kültür ve Medya” tartışmalarını da masaya yatırıyor. Kitapta “Kamusal Alan” kavramının tüm dolambaçlı trafiğinin bir görüntüsünü buluyorsunuz, fakat tekrar vurgulamalıyım ki, “kamusal alan ve sanat ilişkisi”nin de öyle azımsanmayacak kadar önemli olduğu bilinmelidir (Özellikle dünyada alternatif sanat hareketleri dediğimiz ve özellikle 1960’lardan bu yana kendini bienal ve trianellerle kabul ettiren birçok sanatçının kendi içinde yarattığı ve tartışmaya aldığı bir kamusal alan yaklaşımı bulunmakta).

 
 
 

Recent Posts

See All
HAKİKAT VE GERÇEKLİK NEDİR?

Hakikat ve gerçeklik, felsefi bağlamda farklı anlamlar taşıyan kavramlardır. İkisinin benzer ve ayrışan yönleri üzerine ayrıntılı bir...

 
 
 

Comments


©2019 by ÖZKAN EROĞLU. Proudly created with Wix.com

bottom of page