ENTELEKTÜEL ÖNGÖRÜ
- Özkan Eroğlu
- Oct 20, 2021
- 5 min read
Dünyada giderek sorunlar artmakta ve tin’i arayan bir dünyanın da giderek kaybolduğuna da tanıklık ettiğimizi daha önce bir kitabımızda konu etmiştik.
Sorunlara uyum sağlama anlamında çözümler üretme konusu gündeme alınmadıkça, söz konusu hızla gelen sorunlar bir çığ misali büyüyerek karşımızdaki yerini alacaktır. 2000 itibariyle çok farklı bir dünyaya geçiş yaptığımızı düşünüyorum. Ve o yıldan itibaren olacak her şeyle uzlaşabilecek bir hal içinde olunması gerekiyor. Böyle bir uzlaşma için de geçmişte olup biteni iyi anlamak oldukça önemli.
Büyük bir hız, değişim hızı yaşamaktayız. Bu hız az önce vurguladığım soruları ortaya koymakta ve bu soruların cevabını önemli hale getirmektedir. Bu tam bir gerçektir ve bu gerçeği anlamadıkça bir uyum sağlamadan da söz edemeyiz.
Dünyada her yerde farklı gelişme hızlarının olması sosyal gerginliklerin en temel nedenidir. Bu da tam bir gelecek korkusu kaynağıdır.
Entelektüel öngörüyü oluşturamayan birey veya toplumlar aynı sonuçla, yani yıkımla karşılaşacaklardır. Geleceği geçmiş ve şimdiye göre çözüme kavuşturmak çok değerli bir önem noktasıdır.
Sözü edilen hıza ayak uydurmanın bir yolu var: Sözünü ettiğimiz entelektüel öngörüyü oluşturmaktır. Geçmiş ve şimdiyi bir duyarlıkla görebilmek.
Bugün dünyada zengin ve teknik bakımdan ileri ülkeler için gelecek’in daha hızlı geldiğini görmekteyiz. Bu bir anlamda büyük bir sıkıntı demektir. Onların yaşayacağı sıkıntıyı aynı anda bütün dünyanın duyduğuna emin olmak gerekiyor. Öncelikle kabul edilmesi gereken şeylerden biri budur.
Son 350 yılı iyi şekilde irdelediğimizde, Batı toplumları değişimin kasırgasına tutulmuşlardır, bu kasırga günümüzde en azgın hallerinden birine ulaşmış, daha da azgınlaşacağa benzemektedir. Bu kasırga zengin ve ileri ülkelerin üzerinde daha şiddetle esmektedir.
Bu süreç çok farklı insan yapısının oluşmasına da neden olmaktadır. Örneğin tanıyamadığımız olgunlukta çocuklar ve yaşlılar görmekte, sanki onların psikolojik dışa vurmalar açısından yer değiştirdiğine tanık olmaktayız. Bambaşka insanlardan oluşan toplum yapıları oluşmaya başlamakta, bu açıdan tam bir yabansılık yaşanmaya başlamış durumdadır. Bütün bunlara neden değişim hızıdır. Bu hız insanı hasta eden bir hızdır.

Söz konusu hızla ileri ülkeler bir kültür oluşturmakta, o kültüre o ülkelerin insanları da dahil olmak üzere tüm dünya ülkelerinin insanları adeta bir kültür şokuna girerek karşılamaktadır. Bu kültür şoku gelecek korkusunu da tetiklemekte, geleceği çoğu toplumun önüne söz konusu hızdan ötürü erken getirmekte ve işte bu durum bugün ciddi bir hastalık halini almıştır. Gelecek korkusu bir zaman olayıdır ve değişim hızı büyük ölçüde artmış olan bir toplumun ürünüdür, ancak bugünün dünyasında tüm dünyaya hemen yayılmakta ve kaygıda eşitlik bir anda oluşuvermektedir. İlgili toplum insanı üzerinde de bir şoka neden olan bu durum, tüm dünyada büyük şoka neden olmakta, insanları altüst etmektedir. İşte bugün dünya böyle bir altüst oluşu yaşamaktadır. Bu kültür/ler sıkça değişmekte ve yeni yeni oluşmalara açılmakta, işte o zaman insanlık üzerinde büyük tehlikeler yaratmış durumdadır. Türlü zihin düzeyinden, tüm insanlığı böyle bir dünyanın içinde düşündüğümüz zaman işte bugünü, bugünün karmaşasını aynen açıklamış oluruz.
Hızlı değişim bir çiğ gibi başlarımızın üzerinde büyümektedir ve insanların çoğu, hele geri kalmış ve az gelişmiş ülke insanlarının bu sorunla başa çıkmaları mümkün değildir, işte 2020 itibariyle ülkemizde böyle bir mahşer gününü andıran büyük kaotik bir durum söz konusudur. Uygarlık tarihinde barbarlıktan uygarlığa geçişi birinci dönemeç gören kimseler, bugün yaşadığımız dönemi de ikinci dönemeç olarak görmektedirler. Tabi bir de şu soru peşi sıra gelir: Dünyadaki kaç toplum ilk dönemeci tam anlamıyla çözüme kavuşturdu? Bugün Neolitik çağdaki tarım devrimine paralel bir süreçte olduğumuzu vurgulayan görüşleri dikkate alırsak, bugün insanlık ve hız ilişkisinin ayrıca sorgulanması gerekmez mi? Ayrıca yaşadığımız teknolojik devrimin deneyim açısından geçmişteki kötü deneyimlerden daha büyük olanıyla insanlığı başbaşa bırakacağını vurgulayanlar da bulunmakta. Bazıları ise Eski taş ile yeni taş devirleri arasında yaşanan duruma benzetmektedir bugünü. Bugün de tarih öncesi insanı gibiyiz, o zamanda da insan gözünü açtığında bugünküne benzer yeni bir dünya görmüştü.
Doğduğumdan bu yana olup bitenler doğumuma kadar olup bitenlere neredeyse eşittir diyen bir görüş de hayli ilginçtir.
İnsanlık tarihinin son 50 bin yıllık kısmını yaklaşık 62 yıllık yaşam sürelerine böldüğünüzde 801 yaşam süresi söz konusudur. Bunun 600’ü mağaralarda geçmiştir. Ancak son 71 yaşam süresinde insanoğlu deneylerini gelecek kuşaklara iletme olanağını bulmuştur; örneğin yazı gibi araçlarla. Büyük insan kitlelerinin basılı sözcükleri görebilmeleri ancak son yedi yaşam süresi içinde gerçekleşmiştir. Zamanı ölçme işi son beş yaşam süresince, elektrik motorunun her yerde kullanılması da son iki yaşam süresinde olmuştur. Bugün günlük yaşamımızda kullandıklarımızın bir çoğu 800 ve 801. yaşam sürelerinin ürünleridir. Bu iki yaşam süresi insanoğlunun geçmişteki tüm deneyleriyle olan bağını kesinkes koparışını simgeler. Giderek geçmişle de bağın kopması anlamı buradan rahatça çıkartılabilir.
Bu noktada tarım önemi yitiriyor, el işçiliği de rafa kaldırılıyor. Böylece dünyada ilk hizmet ekonomisi doğmuş oluyordu. Tarım için on bin yıl. Bir veya iki yüzyıl da sanayileşme için. 800 ve 801. yaşam sürelerinde geçerli olansa süper sanayileşme olmuştur. Süper sanayileşme demek istenileni en hızlı şekilde elde etmek demektir. Çağımızda kararları sınırlayan araçlar değildir. Araçları ortaya koyan kararlardır. İşte temel devrimsel değişimin kodu. Böylece süper sanayiye geçilmiştir.
Eskiden bir yerde bir şey gerçekleştiğinde, ondan haberdar olunması bile çok uzun zamanı alırdı. Bugün böyle bir sorun yoktur. Olay ve olgular anında dünyanın her yerine yayılmaktadır. Burada şimdiyi değil geçmişte duymadıklarımızı da üstelik yeni manipüle boyutlandırılmış halleriyle duymaktayız. Böylece hızlı şekilde geçmiş de sırtımıza binmektedir (zaman sekmesi). Diyelim bir savaş sınırları içinde kalarak kimsenin duymadığı bir gerçeklikken, bugün duyulsa da tarihin seyrini içrek kaldığı için nasıl değiştirdiğini anlamamızı sağlamaktadır. Geçmişte bastırılan, doğal olarak duyulmadığı için öyle olan bir olayın bugün olumsuz etkilerini fark edebiliyoruz. Kısaca geçmişte bazı insanların başına gelenler günümüzde tüm insanları etkilemektedir.
Uzay ve zaman içindeki değişim büyük bir güçtür 800.yaşam süresi içinde bu güç en üst düzeye gelmiş ve 801.yaşam süresinde de meyvelerini toplamaya başlamıştır.
İnsanlık değişimin yalnızca kapsamını ve ölçüsünü genişletmekle kalmamış onun hızını da değiştirmiştir. Söz konusu hız kalıcı olmama-geçicilik- olayının nedenidir.
Zamanımızda tümüyle yeni bir sosyal güç salınıvermiştir. Öylesine hızlandırılmış bir değişim ki, bu zaman duygumuzu etkiledi; günlük yaşam tempomuzu kökünden değiştirdi; çevremizdeki dünyayı algılayış yöntemlerimizi farklılaştırdı. Artık geçmişteki insanlar gibi algılayamıyoruz yaşamı. Zamanımız insanını geçmişteki insanlardan ayıran en önemli özellik de bu. İşte bu kalıcı olmamanın nedenidir. Diğer insanlarla, varlıklarla, düşünce evreniyle, sanat ve değerlerle olan ilişkilerimizi kökünden etkilemiş durumda, bir şekilde bilincimize sızmış ve katılmıştır.
Bu zamanda bize neler olduğunu anlamak için hız süreçlerini çözümlemek ve geçicililik kavramıyla yüzleşmek zorundayız. Hız yeni bir sosyal gülse geçicilik de onun psikolojik benzeridir.
Zamanımız insanının davranışları üzerinde geçiciliğin oynadığı rolü anlamadan, kişilik ve psikoloji üzerine kurulacak kuramlarımız çağdışı kalacaktır. Geçicilik kavramı olmadan da psikoloji bu olayları ele alamaz.
Çevremizi saran araçlarla olan ilişkilerimizi değiştirerek, değişimin kapsamını genişleterek ve özellikle değişimin adımlarını hızlandırarak geçmişten kopmaktayız. Kendimizi eski düşünme, hissetme ve uyum sağlama yöntemlerinden kopardık. Sahneyi tümüyle yeni bir toplum için hazırladık. Şimdi ona doğru yarışıyoruz. Batı bu yarışmayı 800.yaşam evresinde çözümledi, biz 801.yaşam evresinde debelenip duruyoruz, en ufak akıl oyunları için çözüm geliştirmekten çok uzağız.
Batı 800. Yaşam süresinde insanı toplum içinde nasıl bir yol aldı? Yeni kurallarla arasında bir uyum sağlayabildi mi? Eğer sağlayamadıysa kuralları değiştirebildi mi?
Mutlak surette ikiz güçler olan hız ve geçicilik üzerinde Türkiye’nin durması şarttır. Varlığın yapısını nasıl değiştirdiklerini, yaşamımızı ve ruhsal yapımızı dürterek onlara nasıl yeni şekiller verdiklerini öğrenmeliyiz. Bunların nasıl ve niçin önümüze çıktıklarını çıkarıldıklarını anlamak zorundayız.
Not. Bu yazı sosyal medyadan alıntıdır...
Comments