Bugün 12 Eylül...
- Özkan Eroğlu
- Nov 16, 2019
- 4 min read
Sabah blog'umdaki ilk yazıyı yazdıktan sonra, yazımın beni düşündürmesi sürerken ve kahvaltı yaparken aklıma şu düştü: Bu coğrafya Roma ile çok tanrıcı, Doğu Roma ile ile tanrı imparatordur ve en üst noktadır aşağıya doğru bir hiyerarşi söz konusudur mantığı, daha sonra da tanrı-kul ilişkişi ve hanefi bir anlayış- buraya dikkat: sünni değil- Osmanlı imparatorluğu. Siz buradan nasıl bir genel tablo çıkarırsınız bilmem de, ben şöyle bir tablo çıkarıyorum: Günümüze doğru giderek kendini cendereye sıkıştıran bir coğrafyam insanı. Tercihleriniz doğaldır ki sizi bağlar ve dolayısıyla birebir etkilerine de siz katlanırsınız. Ayrıca saydığım bu coğrafyanın uygarlıkları bir başka tercih olarak da sürekli büyümeyi arzu eden yönetim tiplerine sahiptiler. Kısaca hep güçlü toplum olma arzusu, hep kazanan olma ihtirası içindeydiler. 1699'dan itibaren bu coğrafyada bu tip- yedi ölümcül günaha açık- bir yapıdan, bambaşka özelliklere sahip Avrupa'ya bağımlı bir yapıya geçildi ve bu durum Bernard Lewis'e göre tam bir şok yarattı bu coğrafya insanına. Bundan sonra ne yapılmışsa, az veya çok Avrupa'ya özenme içerecek ve bundan sanat ile kültür başta olmak üzere pozitif ve sosyal bilimlerimiz de birebir diyebileceğimiz bir boyutta olumsuz etkilenmiştir. Bu etkiler doz doz alınarak bugünlere gelinmiş ve ciddi bir kimlik bunalımı yaşanmakta, dahası bu coğrafya insanının kendi kişiliğini yitirmesine ve samimiyetsiz bir yapıya bürünmesine neden olunmuştur. Bugün gelinen nokta işte en öz şekliyle böyledir ve 1699'dan itibarenki gelişmelerin bir sonucudur.
18. yüzyıl, bu coğrafyanın düşman gördüğü Avrupalılarla ilk ilişkilere girdiği yüzyıldı. Düşünsenize yüzlerce yıl düşman veya rakip gördüklerinizle mecburiyetten ilişkilere girmek durumunda kalmanız; ağırlıklı olarak da istemeye istemeye... Bu bir anlamda tükürdüğünü yalamaktır halk arasındaki deyimiyle. Daha sonra da 19. yüzyıl, gördüğünüz Avrupalı güce her yönden biat etme zamanı olur. Şimdi Mustafa Kemal'in Cumhuriyet olgusunu bu topluma yerleştirirken hem iç, hem de dışta ona karşı duran iki güce rağmen gerçekleştirdiği eylemi düşününce, bu eylemin de bu coğrafyanın dokusuna dahil edilmemesi için elden gelen iç ve dış düşmanlıkların 1938 sonrasında devam ettiğini belirtmek ve buna şaşırmamak gerekiyor. Öyleyse Türkiye'deki 1938 sonrası ilgilendiğimiz alan sanat başta olmak üzere, tüm alanlarda bir adım ilerleme varsa beş adım gerileme yaratılarak, Avrupa ve daha sonra Amerika'ya biat eden ve bağımlı bırakılan bir Türkiye'nin bulunduğunu söylemek bir kehanet olmasa gerektir. Net ve ana hatlı bir okumadır sadece yaptığımız. Sonra Amerika destekli 1950 DP Hükümeti ile başlayan gene ülkeyi demokrasi ve cumhuriyet anlayışından geri götürmeye ant içmiş bir anlayışın varlığıyla birlikte 1952 Nato kabulü, 1960, 1971,1980, 1997 darbeleri ve bütün bunların ardından 2003'ten sonra yine 1950'deki DP çizgisine dönen bir anlayışa dönülerek gene böyle bir anlayış için ant içilmesi, bütünüyle Türkiye coğrafyası ve insanının aşağı çekilmesinden başka bir şey değildir. Saydığımız bütün darbelerin arkasında ABD hep vardır zaten.
Bugün kötü bir tarihi yaşanmışlığa neden olan 12 Eylül 1980'nin dönüm günü. Türkiye'nin yönetim hali ve şekline bakınca, 1938 sonrası için hedeflenenler aynen devam etmekte, çok küçük sosyal medyacı halk kesiminin dışında hiç bir tepki gözlenmemekte, halk borçlandırılarak uyku halinde tutulmaktadır. İçten içe bence toplum bitirilmesine az kaldı, aslında belki de bitti. Sadece dine dayalı ahlak anlayışı vardı o da çöktü. Tek başına felsefi bir boyut olarak bir ahlak ne yazık ki en azından 1923 sonrasında yaratılamadı. Bugünkü sıkıntıların bir çoğunun altında da bu vardır. Zaten her defasında ülkeyi yönetenler biz son 16 yılda sanat ve eğitimde başarılı olamadık diye söyleyip duruyor ya her fırsatta. Bu da şunu gösteriyor ki, bu iki alandaki başarısızlık da bir toplumun bitmeye doğru çok hızlı adımlarla yürüdüğünün bir göstergesidir.
📷
Gelelim 1980 Askeri darbesine. Ben bu darbe sırasında lise öğrencisiydim. Öncesini ve sonrasını hatırlıyorum net şekilde. Öncesinde her gün ölümlerin, yollarda cansız insan bedenlerinin gazete kağıtlarıyla örtülü hali, sonrasında da bir ruhsuzlaştırma ve iç boşaltması eylemleri. Mesela YÖK'ün bu askeri cunta ile kurulması Kenan Evren-İhsan Doğramacı'nın bu ülkeye verdikleri çok büyük eğitim zararlarından biridir ve bir başlangıç noktasıdır, ne yazık ki YÖK bugün de zarar vermeye ve büyük tahribatına devam etmektedir. Zaten yüksek öğrenimi bitirmek demek, onun altındaki her eğitim katmanını da bitirmekti ki, nitekim öyle oldu. Bir gecede sınavsız, mınavsız doçent, profesör (Pijamalı profesörler) yapılan kimselerden tutun da, nice değerli öğretim üyelerinin öldürülerek veya uzaklaştırma verilerek sürülmeleri, eğitimden koparılmaları. Yayınlara getirilen yasaklar, yakılan kitaplar, evinde sözde yasak kitap bulundu denerek insanları ölüme dek götüren işkenceler; bunların hepsi 12 Eylül 1980 ve devamındaki yıllarda oldu. Karşılığında da cevap basit: Kardeş kardeşi öldürüyordu, biz buna son verdik. Bu paragrafta anlatılanlara lütfen dikkat edin, benzerleri de son AKP hükümeti döneminde çeşitli, bazıları farklı senaryolar şeklinde ortaya konulmadı mı, konulmaya da devam etmiyor mu?
Böyle ucuz bir toplum yaratmaya, Cumhuriyet'i ülkeye yerleştirme aşamasındaki karışıklıktan da yararlanarak başlayanlar, bugün her konuda bence hedeflerine ulaştılar. O nedenle her şeyin içi boşaldı ve sanatın da derken, dayandığım burada özetlemeye çalıştığım arka plandan ötürüdür. Çünkü biliyorum ki bu ülkenin gerçek insanı, sanatçısı, bilimcisi,vb ağzıyla kuş tutsa kimsenin umrunda değil. Her alanda bugün için kimi bilinen, kimi bilinmeyen gestapolar var ve onlar karar veriyor her şeye. Onlara biat ediyorsanız belli ölçekte geçişe izin var, etmiyorsanız yok! Hani dedim ya bu coğrafyanın insanı kendini cendereye giderek sıkıştırıyor diye. Günü kurtarmayı ve tembelliği seven insanımsa cenderenin dişlerine geçmiş, kanlar içinde, fakat bu durumun çok az farkında oluş, susuş, eyleme geçmeyiş, üretmeyiş bu ülkenin canını daha da acıtıyor. Farkında olup da farkında değilmiş gibi davranan da çok. Yani deli olmayıp deliye yatanlar, belki de daha çok bu ülkede.
O nedenle bu coğrafyayı yöneten Batılı güçlerin elindedir özellikle sanat ve eğitim gibi özel alanlar. Buradaki ülke temsilcileri sadece birer kukladır. Hiç bir kararı onlar almıyorlar, zaten alacak güçleri de yok! Bir gecede üniversite hem de öğrencisi, öğretim elemanı, vb her şeyiyle satılıyor. Düşünsenize ne aşağılayıcı bir durum. Toplumun buna gıkı bile çıkmıyor. Bundan sonra çok çok bunalımlı ve sıkıntılı on yıllar beklemektedir Türkiye'yi ve siz ülkedeki sanatı yüceltici her tür desteği verdiğini zannedenler, aslında acımasız ölçekte eleştiri değil de, yapay desteklerinizden ötürü düşmanınızın ekmeğine yağ sürüyorsunuz, farkında bile değilsiniz, sonunuzu hızlandırıyorsunuz sadece. Ortada bir şey yok, o zaman eleştiri mekanizmasını arttırın ki, belki gelecek on yıllara bir umut kapısı aralanır...
Comentários